İslam Dininin temel ibadetlerinden birisi olan ve sözlükte “gitmek, yönelmek, ziyaret
etmek” manalarına gelen hac, imkanı olan her müslümanın, belirli bir zaman içinde Kabe’yi,
Arafat ve Mina’yı ziyaret ederek belli bazı dînî görevleri yerine getirmek suretiyle yaptığı
ibadeti ifade eder. Hac ibadetini yaparken çeşitli zaman ve mekanlarda icra edilen
uygulamalara “menâsik” (tekili, mensek) denir.
Kutsal mekan kavramı ve bu yerleri ziyaret, insanlık tarihi boyunca bütün din ve
inanç sistemlerinde görülmüştür.2 İslâmî bazı kaynaklara göre Hac ibadeti Hz.Âdem’e kadar
uzatılsa da, Kur’ân-ı Kerim’in bildirdiğine göre3, daha önce tahrip olmuş Kabe’nin eski
temelleri Hz.İbrahim ve oğlu Hz.İsmail tarafından bulunarak Kutsal Mabed yeniden inşa
edilmiş, Hac suresinin 27-29. ayetlerine göre de insanları hac yapmak üzere Mekke’ye ilk
davet eden peygamber Hz.İbrahim olmuştur. Bu tarihten itibaren diğer peygamberler ve
inananlar da Kabe’yi ziyaret etmişlerdir.
Haccın Farz Kılınışı
İslam'ın doğuşu sırasında Kabe’yi tavaf, Umre, Arafat ve Müzdelife’de vakfe ve
kurban kesme gibi adetler devam ettirilmekte, ancak hac, putperest geleneklerine uygun
olarak sürdürülmekteydi. Hicretin 9. yılında nazil olan;
إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ
ِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْت مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ لله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِناً وَ ِّ
“ Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, Mekke’de alemlere rahmet ve hidayet
kaynağı olarak kurulan Kabe’dir. Onda apaçık deliller, Makâm-ı İbrahim vardır. Oraya kim
girerse güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde
bir hakkıdır. Kim inkar ederse şüphesiz Allah bütün alemlerden müstağnîdir” ( Âl-i İmran, 96-97)
ayetleriyle Müslümanlar üzerine farz kılınan Hac, Hz. Peygamber tarafından putperest
âdetlerinden arındırılarak İslâmî usullere uygun hale getirilmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hac ibadetinin İslam’ın beş temelinden birisi olduğunu
belirterek şöyle buyurmuştur:
ُ وَإِقَامِ الصَّلاَةِ وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ وَصِيَامِ رَمَ ضَانَ وَالْحَجّ بُنِىَ الِإسْلاَمُ عَلَى خَمْسَةٍ عَلَى أَنْ يُوَحَّدَ َّ
“İslam beş şey üzerine bina edilmiştir. Allah’tan başka ilah olmadığına,
Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık etmek, namaz kılmak, zekat vermek,
haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”4
Haccın ömürde bir defa farz olduğu hususu, Ebû Hüreyre’nin Hz.Peygamber’den
naklettiği şu hadisten anlaşılmaktadır:
1 Bu bölüm Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. İsmail Hakkı ÜNAL tarafından hazırlanmıştır. 2 Geniş bilgi için bk., Ömer Faruk Harman, “Hac” Maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 14 / 382-386.
İstanbul-1996. 3 Bakara, 2/127. 4 Buhârî, İman, 1 I, 8; Müslim, İman, 19-22. I, 45.
فَقَالَ .« ُ عَلَيْكُمُ الْحَجَّ فَحُجُّ وا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ فَرَضَ َّ » ِ -صلى لله عليه وسلم- فَقَالَ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ خَطَبَنَا رَسُولُ َّ
لَوْ قُلْتُ نَعَمْ لَوَجَب تْ وَلَمَا » - ِ -صلى لله عليه وسلم ِ فَسَكَتَ حَتَّى قَالَهَا ثَلاَثًا فَقَالَ رَسُولُ َّ رَجُلٌ أَكُلَّ عَامٍ يَا رَسُولَ َّ
اسْتَطَعْتُمْ - ثُمَّ قَالَ - ذَرُونِى مَا تَرَكْتُكُمْ فَإِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِكَثْرَةِ سُؤَ الِهِمْ وَاخْتِلاَفِهِمْ عَلَى أَنْبِيَائِهِمْ فَإِذَا أَمَ رْتُكُمْ بِشَىْءٍ
◌ُ فَأْتُوا مِنْهُ مَا اسْتَطَعْتُمْ وَإِذَا نَهَيْتُكُمْ عَنْ شَىْءٍ فَدَعُوه ».
“Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiştir: Allah’ın Resûlü (s.a.v.) bize hitab etti ve şöyle dedi:
-‘Ey insanlar! Allah size haccı farz kıldı, haccediniz.
Bir adam, ‘her sene mi ya Resûlallah?’ diye sordu. Hz. Peygamber cevap vermedi.
Adam sorusunu üç kere tekrarlayınca Allah’ın Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:
-‘Evet desem size zorunlu olurdu ve buna güç yetiremezdiniz. Sizi ( serbest) bıraktığım
hususlarda siz de beni (rahat) bırakın. Sizden öncekiler, çok soru sormaları ve Peygamberleri
hakkında ihtilafa düşmeleri sebebiyle helak oldular. Size bir şeyi emredersem gücünüz
yettiğince yerine getirin. Bir şeyden men edersem onu da terk edin.”5
Hz. Peygamber ( s.a.v.)’in Haccı
Hz. Peygamber, kendisinin tek haccını, haccın farziyyetini bildiren ayetin inişini takib
eden yıl olan hicretin 10. yılında yerine getirmiştir. Allah’ın elçisi, hicretin 8. yılında (m.630)
Mekke fethedildikten sonra Hac zamanını beklemeden Medine’ye dönmüştü. Zaten
Mekke’nin fethinden önce de hac henüz farz kılınmamıştı. Hacc’ın farz kılındığı hicretin 9.
yılında ise Hz. Peygamber hacc’a gitmeyerek, Hz. Ebûbekir’i hac emîri olarak Mekke’ye
göndermiş, kendisi de bir sene sonra, yani hicretin 10. yılında haccetmişti. Peygamberimizin
yaptığı bu hacca, son haccı olduğu ve sahabîlerle vedalaştığı için “Veda Haccı”;
Müslümanlara hac ibadetinin bütün hükümlerini hem nazarî olarak bildirdiği, hem de pratik
olarak gösterdiği için “belağ haccı”; haccın farz kılınmasından sonra ilk haccı olması
dolayısıyla da “İslam Haccı” gibi isimler verilmiştir.
Hz. Peygamber hicretin onuncu yılının Zilkade ayında Hac için hazırlanmaya başladı.
Bunu Müslümanlara duyurarak onların da hazırlanmalarını istedi. Onunla birlikte haccetmek
isteyenler Medine’de toplandılar. Hz. Peygamber 26 Zilkade 10 / 22 Şubat 632 Cumartesi
günü yanında hanımları ve kızı Fâtıma da olduğu halde, muhacir, ensar ve diğer Arap
kabilelerinden oluşan Müslümanlarla birlikte Medine’den hareket etti. Yanına kurbanlık yüz
deve aldı. Zülhuleyfe denilen yere vardığında öğle namazını seferî olarak iki rekat kıldı ve
aynı gün burada ihrama girdi.
Hz. Peygamber, 4 Zilhicce Pazar günü kuşluk vakti Kasvâ adlı devesinin üzerinde
olduğu halde Mekke’ye ulaştı. Kabe’yi tavaf edip iki rekat namaz kıldı ve Safâ ile Merve
arasında sa’y etti. Veda Haccı süresince Mekke’nin Ebtah mevkiinde kendisi için kurulan
çadırda konakladı. Perşembe gününe kadar Mekke’de kaldı. Aynı gün (Terviye günü)
Mina’ya hareket etti. Öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını orada kıldı. Geceyi de burada
geçirdi. Ertesi sabah, namazı kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar burada kaldı. Arafat’taki
Nemire mevkiinde çadır kurulmasını emretti. Sonra Mina’dan hareket edip Müzdelife’den
geçerek Cuma günü, Arafat’ta hazırlanan çadıra varıp konakladı. Zeval vaktinden sonra
5 Müslim, Hac, 412. I, 975.
çadırından çıkıp devesine binerek Arafat vadisinin ortasına geldi. Urane vadisinde meşhur
Veda Hutbe’sini okudu. Bir ezan okutarak ayrı ayrı ikametle öğle ile ikindiyi birlikte
kıldırdıktan (cem’i takdim) sonra devesinin üzerinde Arafat’a çıktı. Kıbleye dönüp akşama
kadar dua ile meşgul oldu. Arafat’ta iken, kendisine, ilâhî tebliğ görevinin tamamlandığını
bildiren şu ayet-i kerime nazil oldu:
الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الِإسْلاَمَ دِين اً
“Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din
olarak İslam’a razı oldum” (Mâide, 5/3).
Hz. Peygamber güneş battıktan Arafat’tan ayrıldı ve Müzdelife’ye geldi. Yatsı
vaktinde, akşam namazıyla birlikte yatsı namazını birleştirerek (cem’i te’hir), akşamı üç,
yatsıyı da iki rekat olarak, tek ezan ve iki ayrı ikâmetle kıldırdı. Geceyi Müzdelife’de geçirdi.
Ertesi sabah, yani Cumartesi (bayramın birinci) günü sabah namazını Müzdelife’de kıldıktan
sonra Meş’ar-i Haram’a geldi. Cemre-i Akabe’ye (büyük şeytan) ufak taşlardan yedi tane
attıktan sonra Mina’ya gitti. Burada yine deve üstünde bir konuşma yaptı. Kurbanlık olarak
hazırladığı yüz deveden altmış üçünü, ömrünün her yılı için bir deve hesabıyla bizzat kendisi
kurban olarak kesti. Diğer develeri de Hz.Ali kesti. Kurban etinden bir parça yiyen
Peygamberimiz, geri kalanını Müslümanlara dağıttı. Daha sonra tıraş olup ihramdan çıktı.
Sonra Kabe’ye gidip tavaf yaptı ve öğle namazını kıldı. Tekrar Mina’ya dönerek bayram
günlerini burada geçirdi. Bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri taşlamalarını
tamamladı. Bayram’ın ikinci günü Mina’da Müslümanlara üçüncü konuşmasını yaptı.
Bayramın beşinci günü Mina’dan tekrar Mekke’ye gelip vedâ tavafını yaptıktan sonra 29
Zilhicce 10 / 26 Mart 632 tarihinde Medine’ye döndü.6
Haccın Çeşitleri, Şartları ve Uygulanışı
Hac ibadeti uygulanışı bakımından, “ifrad”, “temettu” ve “kıran” şeklinde üçe ayrılır.
İfrad haccı, umre7 yapmaksızın, sadece hac menâsikini yerine getirmek suretiyle
yapılır. Temettû’ haccında umre yapıldıktan sonra ihramdan çıkılır, ardından aynı dönemde
tekrar hac için ihrama girilerek hac menâsiki edâ edilir.
Kıran haccında ise ihrama girerken hem umreye, hem de hacca niyet edilir ve aynı
ihramla her iki ibadet yerine getirilir.
Kıran ve temettû’ haccı yapanların şükür kurbanı kesmeleri vacibken, ifrad haccı
yapanların bu kurbanı kesmeleri gerekmez. Bu hac türlerinden hangisinin daha faziletli
olduğu hususu mezheplere göre farklılık gösterir. Bu, Hz.Peygamber’in yaptığı haccın eda
şekli konusundaki rivayetlerin farklılığından kaynaklanmaktadır. Bazı rivayetlerde onun
temettû’ veya kıran haccına niyet ettiği belirtilirken, bazılarında ifrad haccına niyet ederek
ihrama girdiği kaydedilmektedir. Bu durumda, hac çeşitleri arasında bir fazilet mukayesesi
yaparak bunda ısrar etmenin doğru olmadığı söylenebilir. Bu nedenle, bu üç türden herhangi
6 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s.386-388. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara – 2003. 7 Umre, belirli bir zamana bağlı olmaksızın ihrama girerek Kabe’yi tavaf etmek, Safâ ile Merve arasında sa’y yapmak ve tıraş
olup ihramdan çıkmaktır.
birine niyet ederek hac ibadetini edâ eden müminlerin Allah katında tam hac sevabına nail
olacaklarını bilmeleri gerekir.
Hac ibadetinin yerine getirilebilmesi için bazı şartlar vardır.
Bir kimseye haccın farz olması için onun;
Müslüman olması,
Âkıllı, bâliğ (ergen) olması ,
Sağlıklı olması,
Özgür olması,
Yurtdışına çıkma kısıtlılığı bulunmaması,
Yol güvenliğinin bulunması,
Hac mevsime yetişmiş olması,
Can, mal ve namus güvenliğinin sağlanmış olması,
Ekonomik yönden hac görevini yapma imkanına sahip bulunması gerekir.
Son şart, hac yolculuğuna çıkacak kişinin, gidip dönünceye kadar hem kendisinin, hem
de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin sosyal seviyelerine uygun biçimde geçimlerini
sağlayacak mâlî güce ve hac için yeterli zamana sahip olması anlamına gelmektedir.
Yukarıda zikredilen şartları taşıyan kimsenin yapacağı haccın geçerli olabilmesi için;
İhrama girmek (niyet edip telbiye getirmek),
Haccı belirlenen zaman içinde yapmak ve
Hac menâsikini belirlenen mekanlarda yapmak gerekir.
Hanefîlere göre haccın üç farzı vardır. Bunlar, ihrama girmek, Zilhicce’nin 9. günü
Arafat vakfesinde bulunmak ve ziyaret tavafı yapmaktır. Hanefîler ihramı şart, diğerlerini aslî
unsur (rukün) kabul etmişlerdir. İhrama girdikten sonra bu iki rukün yerine getirilmedikçe hac
tamamlanmış olmaz ve ihramdan çıkılmaz. Buna göre zamanında Arafat’ta vakfe yapamayan
kimse o yıl hac yapma imkanını kaybetmiş olur. Bu kişinin yarım bıraktığı haccını daha sonra
kaza etmesi gerekir.
Haccın vacib sayılan birtakım menâsiki daha vardır ki bunların terkinden dolayı hac
geçersiz olmaz. Ancak meşrû mazeret olmaksızın terk edilen her vacib için keffaret ödenmesi
gerekir. Meşrû mazeretler, yaşlılık, hastalık, aşırı zayıflık, bayılma ve kadınlara özgü bazı
haller gibi beşerî gücün sınırlarını aşan engellerdir.
Hanefî mezhebine göre haccın başlıca vacipleri şunlardır:
1. Mekke’ye geliş yönlerine göre belirlenen yerlerde (mikat) veya buralara gelmeden
önce ihrama girmek.
2. Safâ ile Merve arasında sa’y etmek.
3. Müzdelife’de vakfede bulunmak.
4. Arefe günü akşam ve yatsı namazlarını Müzdelife’de, yatsı namazının vaktinde cem
ederek ( birleştirerek) kılmak.
5. Cemrelere taş atmak (şeytan taşlamak).
6. İhramdan çıkmak için saçları tıraş etmek veya kısaltmak.
7. Vedâ tavafı yapmak.( Mekkeli olmayan veya Mekkeli hükmünde sayılmayanlar için.)
Hac yapacak kişinin ilk işi ihrama girmektir. Haccın şartlarından biri olan ihram, hac
ya da umre yapmaya niyet eden kişinin, başka zamanlarda işlemesi mübah olan bazı fiil ve
davranışları belirli bir süre kendisine haram kılması, yasaklamasıdır. Buna “ihrama girme” de
denir. İhrama girmenin gereklerinden biri olarak erkeklerin büründüğü havlu ve benzeri
türden dikişsiz kıyafete halk arasında ihram denilmekteyse de ihram esasen bu değildir. Onun
için, usulüne göre ihrama girilmediği sürece söz konusu örtülere bürünmekle ihrama girilmiş
olmaz. İhrama girme konusunda kadınlar da erkekler gibidir. Ancak erkekler “izar” (belden
aşağı sarılan örtü) ve “ridâ” (belden üstü sarılan örtü) denilen iki parça havlu veya benzeri
türden dikişsiz elbise giyerken, kadınlar normal elbiseleriyle ihrama girerler. İhrama girme işi
niyet ve telbiye ile başlar. Yapacağı hac türüne göre niyetini yapan kimse ihrama girerken
söylenmesi gerekli olan telbiye duasını okur:
لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ ، لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ ، إِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ ، لاَ شَرِيكَ لَكَ
“Allah'ım! Davetine uydum. Emrine boyun eğdim. Senin hiçbir ortağın yoktur.
Davetine icabet ederek huzuruna geldim.Hamd sana mahsustur. Nimet ve mülk senindir.
Senin hiçbir ortağın yoktur.” Allah’ın davetine icabet ettiğini bildiren bu irade beyanıyla
mü’min hac menâsikini yerine getirmek için ilk adımını atmış olur.8
Haccın Fazileti, Önemi ve Hikmeti
Bedenî ve mâlî bir ibadet olan haccın birçok faydaları ve hikmetleri vardır. Kur’ân-ı
Kerim’de hac ibadetinin muhtelif safhaları hem şeklî, hem de manevî ve rûhî yönlerden tasvir
edilerek çeşitli yararlarının bulunduğu belirtilmiştir. Hac suresinin 27 ve 28. ayetlerinde
Hz.İbrahim’e hitaben şöyle buyurulur:
فِي أَيَّامٍ وَأَذِّن فِي النَّاسِ بِالْحَجِّ يَأْتُوكَ رِجَالاً وَعَلَىكُلِّ ضَامِرٍ ي أْتِينَ مِن كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ لِيَشْهَدُوامَنَافِعَ لَهُمْ وَيَذْكُرُوا اسْمَ َّ
مَّعْلُومَات.عَلَى مَا رَزَقَهُم مِّن بَهِيمَةِ الْأَنْعَامِ فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُواالْبَائِسَ الْفَقِيرَ
“İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen
yorgun develer üzerinde sana gelsinler. Gelsinler ki kendilerine ait birtakım menfaatlere şahit
olsunlar ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği ( kurbanlık ) hayvanlar üzerine belli
günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar.”
Peygamber Efendimiz de haccın faziletini şu hadislerinde dile getirmişlerdir:
ِ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّه مَنْ حَجَّ َِّ
“Kim Allah için hacceder, çirkin söz ve günahlardan sakınırsa, annesinden doğduğu
gün gibi günahlarından arınmış olarak döner.” 9
الْعُمْرَةُ إِلَى الْعُمْرَةِ كَفَّارَةٌ لِمَا بَيْنَهُمَا وَالْحَجُّ الْمَبْرُورُ لَيْسَ لَهُ جَزَاءٌ إِلاَّ الْجَنَّة “Umre, diğer Umre’ye kadar yapılan günahların keffaretidir. Makbul bir Haccın karşılığı da
Cennetten başka bir şey değildir.”10
8 Haccın uygulanışı konusunda geniş bilgi için bk., Salim Öğüt, “Hac” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
14 / 394-396; İrfan Yücel, Hac Rehberi, Ankara-1981. bk. T.D.V. İlmihal, İstanbul, 1999 9 Buhârî, Hac, 4. II, 141. 10 Müslim, Hac, 437………..
جِهَ ادٌ فِى » قِيلَ ثُمَّ مَاذَا قَالَ . « ِ وَرَسُولِهِ إِيمَانٌ بِا َّ » - قَالَ سُئِلَ النَّبِىُّ - صلى لله عليه وسلم - أَىُّ الأَعْمَالِ أَفْضَلُ قَالَ
« حَجٌّ مَبْرُورٌ » قِيلَ ثُمَّ مَاذَا قَالَ . « ِ سَبِيلِ َّ
“ Hz.Peygamber (s.a.v.)’e, hangi amelin daha faziletli olduğu soruldu: ‘Allah ve
Resûlüne imandır’ buyurdu. Sonra nedir? diye sorulunca, ‘Allah yolunda cihaddır’ dedi.
Bundan sonra nedir? denilince, ‘makbul bir hacdır’ karşılığını verdi.”11
Hac ibadetini eda eden kimse her şeyden önce, Allah’ın bir emrini yerine getirmiş ve
böylece O’nun rızasını kazanmayı amaçlamıştır. Esasen ilâhî buyrukların en önemli esprisi ve
hikmeti budur. Bunun yanında, haccı eda eden insanın, ona hazırlanırken, menâsikini yerine
getirirken ve ibadetini tamamladıktan sonra, kendi kabiliyetine göre elde edeceği olumlu
sonuçlar vardır. Hac yolculuğuna hazırlanan kişi bir taraftan gerekli hazırlıkları yaparken,
diğer taraftan günahlarına tövbe eder, üzerinde kul hakkı varsa bunların sahipleriyle görüşüp
helalleşir ve borçlarını öder. Eş, dost ve akrabaları ile vedalaşır, özellikle, sağ ise, annebabasının
rızasını alır. Bu bir nevi, büyük yolculuk diyebileceğimiz Âhiret yolculuğunun
adeta bir provası gibidir.
Mekke’ye varan hacı adayı, Kâbe etrafında, cins, ırk, renk, mevki, makam, zengin,
fakir ayrımı olmadan omuz omuza saf tutan, tavaf eden, Arafat’ta dualarıyla Allah’a yönelen
büyük kalabalık içerisinde kendisini, adeta mahşer yerinde Allah’ın huzuruna çıkmış birisi
olarak algılar. Hacı, her gün en az beş defa yöneldiği ve Kur’anda Allah’ın evi olarak
nitelenen Kâbe’yi bizzat yerinde görüp, orada, başta Hz.Muhammed olmak üzere, geçmiş
peygamberlerin hak din uğrunda verdikleri mücadeleleri hatırlar ve asırlar boyunca birçok
mü’minin namaz ve niyazlarına sahne olan bir atmosferde yaşayarak bu manevi zevki tatmış
olur. Ayrıca, hac esnasında Hz.Peygamber ve ashabının bulunduğu coğrafî mekanları ziyaret
ederek, Kur’ân’da, “Allah’ın koyduğu dînî işaret ve nişanlar (şeâirullah)” olarak nitelenen12
mekanlarda bulunarak o dönemin havasından nasiplenmiş olur.
Mü’min, ihrama girerken büründüğü beyaz elbiseyle, kabre girerken bürüneceği
kefenin benzerliğinin şuurunda olarak, ihram kelimesinin sözlük anlamının da çağrıştırdığı
gibi, bu kıyafeti taşıdığı süre içinde, başka zamanlarda kendisine meşru olan bazı
davranışlardan uzak kalıp, gündelik alışkanlıklarından ve bağımlılıklarından kurtulma ve
kendisiyle hesaplaşma imkanına kavuşmuş olur.
Hac esnasında hiçbir şeye zarar vermemek esas olduğundan, insanın çevresiyle
ilişkisinde son derece dikkatli davranması gerektiği ortaya çıkar. Bu husustaki titizliğin
ölçüsü, Kur’ân-ı Kerimdeki yasaklardan ve bu yasakların çiğnenmesi halinde verilecek
cezaları bildiren ayetlerden anlaşılmaktadır.13 Özellikle bitki ve hayvan türünden canlılara
karşı gösterilmesi gereken özen kişiye, başka zamanlarda kazanamayacağı ölçüde bir
duyarlılık sağlar. Bunun yanında öfkelenmemek, kimseyi incitmemek, sabırlı ve güler yüzlü
olmak gibi ahlakî davranışlar da haccı gereği gibi yerine getirenlerin elde edecekleri manevi
kazançlar arasında yer alır. Dolayısıyla Müslüman, hac esnasında, daha önce teorik olarak
haberdar olduğu, fakat layıkı ile yaşayamadığı bir dizi imânî ve ahlâkî özellikler kazanır.
Hac görevini yerine getiren mü’minin bu özellikleri kazanabilmesi için yaptığı
ibadetin bilincinde olması ve her davranışında Allah’ın rızasını elde etmeyi gaye edinmiş
11 Buhârî, Hac, 4…………. 12Bakara, 2/158, Hac, 22/32,36. 13 bk. Bakara, 2/158, 196-200; Âl-i İmran, 3/96-97; Mâide, 5/2, 95-96; Hac, 22/26-29, 33-34.
olması gerekir. Bu nedenle, tavaf etmek, sa’y etmek, şeytan taşlamak, Hacerü’l-Esved’i
öpmek gibi sembolik yönü ağır olan uygulamaların gerisinde yatan espriyi ve mesajı
düşünmek, hac günleri boyunca ibadetin amacını göz önünde bulunduran bir ruh hali ve
manevi atmosfer içinde olmak önemlidir. Bu yüzden Hac menâsikinin icrasında, kişinin
kendisini tehlikeye atarcasına tedbirsiz davranması ve bu arada diğer mü’minleri rahatsız
etmesi, elde edilecek sevaba mani olabileceği gibi, fazladan günah kazanmaya da vesile
olabilir. Ayrıca, o beldelerde ölmenin faziletli olduğu gibi yanlış bir anlayışa kapılarak, bu
ibadeti yerine getiremeyecek derecede yaşlı ve hasta olanların, bile bile hacca giderek hem
kendilerini, hem de kendileriyle ilgilenenleri sıkıntıya sokmalarının o kişilere vebal
yüklemeyeceği söylenemez.
Hac ibadetinin hikmetlerinden birisi de, çeşitli uluslara mensup Müslümanların bir
araya gelerek buluşmaları, birtakım sosyal ve kültürel farklılıklara rağmen İslam kardeşliğinin
kucaklayıcı atmosferinde tanışıp kaynaşmalarıdır. Gerçekten de, dünyada Müslümanların
yaşadığı hemen her ülkeden az veya çok katılımın olduğu bu ibadet, Allah’ın iradesinden
başka hiçbir şeyin bir araya getiremeyeceği çok zengin bir ırk, renk ve kültür mozayiğini
oluşturmaktadır. Allah’ın kulları ve birbirlerinin din kardeşleri olarak tek amaç etrafında
toplanan insanların oluşturduğu bu mozayiğin mekanı olan hac, Kur’ân’ın “teâruf” olarak
isimlendirdiği tanışıp bilişmenin sağlanabileceği en güzel platformdur. Bu platform genelde,
Müslümanların bilgi ve görgülerini tazeledikleri, bazen de kendi yerel Müslümanlıklarının dar
çerçevesinde edindikleri birtakım yanlış düşünce ve tasavvurları tashih ettikleri bir zemin
olmaktadır. Bunun en güzel örneği, Amerikalı zenci Müslümanların liderlerinden Malcolm X
‘in, zenci ırkının üstünlüğüne dayalı İslam anlayışının yanlışlığını hac görevini eda ederken
fark etmesi ve bu görüşünden tamamen vazgeçmesidir. Dolayısıyla Hac, dünyanın neresinde
yaşarlarsa yaşasınlar bütün Müslümanların aynı değerlere sahip oldukları ve bu değerlerin
kendileri için ortak bir zemin oluşturduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Hac görevini yerine getiren mü’minler ülkelerine döndükten sonra, orada kazandıkları
tecrübeyle, birtakım fikrî, dînî ve mezhebî ihtilaflara daha hoşgörülü yaklaşabilmekte,
Hz.Peygamberin müjdesinden hareketle, “anasından doğmuş gibi günahlarından
temizlendikleri” inancıyla da, özel ve sosyal hayatlarında daha özenli ve dikkatli
davranmaktadırlar.
Sonuç olarak Hac, İslam Dininin temel ibadetlerinden biri olmasının yanı sıra,
bireysel ve toplumsal planda insana kazandırdığı olumlu nitelik ve değerlerle ayrı bir önemi
haizdir. Bu önemin farkında olan dünya Müslümanları ve özellikle Müslüman halkımız
asırlardan beri Hac ibadetine ve onu yerine getiren kimselere ayrı bir değer atfetmişler, hacı
olmanın onur ve sorumluluğunu, hayat boyu taşınması gereken bir meziyet olarak kabul
etmişlerdir.